Ekonomi’de Bitirim İkili! Mikroekonomi ve Makroekonomi..
Bu yazımızda, daha evvel yayınladığımız makalelerimizde tanımını ve doğasını incelediğimiz Ekonomi Sosyal Bilimi‘nin bitirim ikilisi olan Makroekonomi ve Mikroekonomi alt başlıklarından bahsedeceğiz. Ekonomi Biliminin bu iki alt başlığı, kelime anlamlarından da anlaşıldığı üzere ekonominin birbirlerini etkileyen iki farklı alanın ve bakış açısının incelemelerine yoğunlaşıyor. Konuya detaylı bir giriş yapmadan önce söz konusu başlıkların kelime anlamlarına bakmakta fayda var. Mikroekonomi’de ki “mikro” sözcüğü, küçük ve detay olarak; makroekonomi’deki “makro” sözcüğü ise büyük veya genel sonuç olarak anlamlandırılır. Bu ufak ama önemli detay bile söz konusu başlıkların hangi ekonomik alanları ve faktörleri incelediği hakkında bize yol göstermektedir.
Önceki yazılarımızda da değindiğimiz üzere, bir birey doğduğu günden itibaren; ev ekonomisine, ülke ve küresel ekonomi çarkına dahil olarak ekonomik gelişmelere ve sonuçlarına etki eden bir parça haline gelir. Birey; hayatı boyunca herhangi bir kaynak, mal veya hizmeti tüketmek zorunda olduğu için ve belki de aynı zamanda üretim aşamasında da katkıda bulunabileceği için ekonominin çarkına dahildir. Bu ekonomik çarkın adeta “kartopu etkisi” (snowball effect) gibi bir araya geldikçe büyümesi ise kaçınılmazdır. Çünkü; bireyler toplumu, toplumlar ülkeyi, ülkeler de küresel ekonomiyi oluşturur. Ekonomi Sosyal Bilimi de bu büyük alanı mikroekonomi ve makroekonomi olarak iki alt başlık olarak inceler.
Mikroekonomi yani sözcük anlamına baktığımızda “küçük” ekonomi; tüketici ve üreticilerin ekonomik aktivite içindeki hareketlerini, bu hareketler ve seçimler sonucunda ortaya çıkan gelişmeler ile sonuçları inceler. Arzı oluşturan üretici ile talebi oluşturan tüketiciyi baz alarak ve serbest piyasa ekonomisi üzerinden örnek verecek olursak, mikroekonomi; bir mal veya hizmetin fiyatını belirleyen arz-talep dengesini ve dengenin oluşma safhalarını inceler.

Mikroekonomi; bireylerin ve şirketlerin karar aşamalarını, ekonomik aktiviteleri sırasında aldıkları pozisyonları (yatırım, bölüşüm, tasarruf gibi) ve arz-talep dengesini oluşturan aşamaları inceleyen bir alandır. Bir mal veya hizmetin fiyatının oluşmasına neden olan faktörler üzerine yoğunlaşan mikroekonomi alt başlığında; fiyata etki eden faktörler olması sebebiyle vergiler ve teşvikler de bu alan adı altında incelenebilmektedir. Mikro ekonomik analizler ile amaçlanan ise firmanın kıt kaynaklar ve imkanlar ile karını nasıl maksimize edebileceği ve serbest piyasa ekonomisinde başarılı bir şekilde nasıl sağlıklı bir biçimde rekabet ortamında karını artırabileceğidir. Her bir bireyin ve şirketin karını maksimize edebilmesi amacıyla yapılan bu mikro ekonomik analizler, toplum refahını yüksek seviyeye taşıma konusunda da yol gösterici olmaktadır.
Ekonomi Sosyal Bilim dalının bir diğer önemli alanı ise Makroekonomi‘dir. Ekonomik aktiviteleri genel olarak inceleyen makroekonomi sadece bireyleri ve şirketleri değil, ülkede ki tüm endüstrileri ve ekonomiyi bir bütün halinde incelerken aynı zamanda ülke ekonomisi ile ülkeler arası ekonomik ilişkilerden oluşan gelişme sonuçları da analiz etmektedir. Makroekonomi, GSMH (Gayri safi milli hasıla= kişi başına düşen milli gelir), işsizlik, ekonomik büyüme, fiyat dengesi, enflasyon, faiz, cari denge gibi konular üzerine incelemelerde bulunur ve karı yada verimliliği optimum noktaya taşıyabilmeyi amaçlar. Mikroekonomideki birey ve şirket karlılığı olan amaç makroekonomi de ise endüstri ve ülke ekonomisi karlılığına dönüşmektedir. Mikroekonomik analizler, makroekonomik analizlerin oluşturulmasında önemli veri kaynağı olarak makroekonomik analiz sonuçlarına haliyle etki etmektedir. Daha sadeleştirmek gerekirse, makroekonomi; ekonominin altyapısı, işleyişi, organizasyonu, performansı, ekonomik aktivite içindeki karar verme ve davranışsal toplamları incelerken, mikroekonomi ise bireysele ve firmalara yoğunlaşmaktadır.
Birbirine etki eden bu iki alt başlık bazı çıkar çatışmalarına da sebep olabilmektedir. Örneğin, bir tüketiciyi ele alırsak; tüketici kendi ülke para biriminin diğer ülke para birimlerine karşı daha değerli olmasını ister ki sahip olduğu ekonomik güç ile daha fazla tüketebilsin. Toplumumuzda birçok birey bir kereliğine bile olsa tatil veya başka bir sebeple yurtdışına çıktığında “keşke para birimimiz, seyahat ettiğimiz ülkenin para birimine oranla daha değerli olsaydı böylece daha uzun süreli yada daha ucuza konaklardık” demiştir. Bireysel olarak düşünüldüğünde haksız da sayılmazlar. Yine mikroekonomik açıdan ama bu sefer üretici firma açısından baktığımızda ülke para biriminin firmanın ihracat yaptığı ülke para birimlerine oranla daha değerli olmasının avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır. Öncelikle avantaj olarak; bir mal veya hizmetin üretim safhasında eğer ki ara ürünler ithal ediliyorsa, ulusal para biriminin daha kıymetli olması üretim safhasının maliyetini düşürecektir. Yalnız burada ki dezavantaj ki birazdan daha detaylı bir örnekle açıklayacağız; üretici firmanın bulunduğu ülkenin para biriminin ihracat yapılacağı hedeflenen ülkenin para birimine göre daha değerli olduğunda bu ihracatı pahalılık sebebiyle engelleyecek, firmanın yurtdışına mal veya hizmet satışına sekte vuracaktır.
Makroekonomik açıdan baktığımız da ise; devletler, para birimlerinin diğer para birimlerine oranla çok güçsüz olmasını istemeyeceği gibi çok güçlü olmasını da istemez. Uyguladığı mali politikalarla paritelerde ki dalgalanmaları engellemeye çalışan devlet yerli ve milli ihracata uygun bir ortam oluşturmaya çalışarak cari açık vermemeyi hedefler.
Son dönemde adından sıkça söz edilen “cari denge” konusu son dönemde birçok ülkenin başını ağrıtmaktadır.
Öncelikle cari dengeyi oluşturan başlıca etkenler;
- Devletlerarası ithalat ihracat
- Hizmetler Hesabı (taşımacılık, turizm sektörü, sigortacılık vb.)
- Transferler Hesabı (ülkeye döviz giriş çıkışı)
Para birimi güçlü olan bir ülkenin ihracat yapabilme kabiliyeti zorlaşarak azalacağı gibi (yabancıya pahalı olacağından) sözkonusu ülkenin bireyleri ve firmaları, güçlü para birimi sayesinde ithalat talebini arttıracak ve bu iki gelişmenin sonucunda ülkenin cari açığının artmasına (yada cari fazlanın azalmasına) sebep olacaktır. Cari açık bir başka deyişle; bir ülkenin üretip sattığından çok, yurtdışından satın almak suretiyle tüketmesidir. Bu cari açık sürekli hale dönüştüğünde ise ülke ekonomisine negatif yönde etkileri artarak devam edecektir. Bu negatif etkilere; yerli üretimin azalması (hazıra konma), yerli üretimin azalması sebebiyle üretici firmaların faaliyetlerini durdurması sonucu işsizlik, enflasyon (uzun vadede) gibi örnekler verebiliriz. Cari açık güçlü ekonomiler için kısa vade de sıkıntı doğurmayabileceği gibi uzun vadede bir sıkıntı teşkil edebilecektir.

Gelişen ve gelişmekte olan ekonomilerde sıkça görülebilen cari açığın oluşmasındaki en büyük etkenlerden biri olan ithalatın ihracattan fazla olması durumu ülkemizde uzun yıllardır gündem konusu olmuştur. TÜİK’ten (Türkiye İstatistik Kurumu) aldığımız istatistikleri incelediğimizde, 95 yıllık bir çınar olan Türkiye’mizin son dış ticaret fazlası (yıllık ihracatın ithalattan fazla olması) verdiği yıl 1946’dır. 1946 yılından sonra istisnasız olarak dış ticaret açığı veren ülkemizde 72 senedir dış ticaret açığı sıkıntısı artarak devam etmektedir. Bunca yıldır devam eden bu sıkıntı bize açıkça göstermektedir ki; siyasetten bağımsız bir şekilde toplumumuzun, ülkemizin baştan sona her bir bireyinin sorumluluğu ve eforuyla bağlantısı olduğudur. Toplumlar günü kurtarmanın değil geleceği yaratmanın peşinde olduğunda refaha ermektedir.

Yukarıdaki grafikten de görülebileceği üzere; 1969-2017 yılları arasında ithalat-ihracat arasındaki makas giderek açılmaktadır. İhracatımızın yükselmesine rağmen ithalatımızın da artmaya (daha yüksek oranla fakat trend olarak benzer hizada) devam etmesinin sebebi ihracat konusu olan mal ve hizmetlerin çoğunluğunun üretim safhasında kullanılan ara ürünlerinin ithal olması kaynaklıdır. İthal edilen ara ürünlerin ülkemizde üretilebilmesi için yerli üretim yönünde teşvik edilmesi (verilmesi) ithalat-ihracat arasındaki makasın kapanmasına yardımcı olabilecek en önemli çözüm yollarından biri olacaktır.
Konumuzu dağıtmadan bir başka örneğe değinmekte fayda var. Son dönemde gündemden düşmeyen Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında yükselen ekonomik tansiyon bir başka deyişle ticaret savaşı, makroekonomik konulardan biri olan cari denge konusuna güzel bir örnektir. ABD Başkanı Donald Trump son dönemde cari açık verdiği ülkelere karşı uyguladığı sert mali politikalarla dış ticaret açığını azaltmak için önlem almaya çalışmaktadır. ABD’nin cari açık verdiği Çin ve Meksika gibi ülkelerin para birimlerinin ABD dolarına oranla değerinin düşük olması ABD toplumunu ve firmalarını ithalata teşvik ederek cari açığın artmasına sebep olmaktadır. Bu sebeple ABD Başkanı bu ülkelerden ithal edilen birçok üründe vergi arttırımına giderek ithalat talebini kırmaya ve böylece cari açığı kapamak için çözüm aramaktadır. Bu önlemlerin serbest piyasa ekonomisinde ne kadar işe yarayabileceğini zaman içinde göreceğiz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ulusal para biriminin başka devletlerin para birimine göre aşırı değerli veya değersiz olmasının cari denge hususunda zarar verdiğini görebilmekteyiz. Makroekonomik düşüncede olması gereken; devletin ve ülke piyasasının uygun gördüğü değerde, yatay seyreden (öngörülebilen) yani dalgalanmayan kur’dur ve bu devletler tarafından arzu edilendir.
Mikroekonomi ve Makroekonomi inceleme noktaları olarak birbirlerinden farklı olsa da birbirlerine bağlı olan iki ekonomik alandır. Birisinde yaşanan herhangi bir gelişme bir diğerine az veya çok etki edecektir. Bu sebeple Ekonomi sosyal bilimini ve ülke ekonomisini tam manasıyla kavramayı hedefliyorsak iki açıdan da incelemenin faydalı olacağını düşünmekteyim. Böylece daha sağlıklı analizler ortaya çıkacak ve analizlerdeki hata payı azalacaktır.