Ekonomi Biliminin Doğuşu ve Gelişimi Hakkında.. (Bölüm 1)

Aslında doğanın, insanların ve yaşamları boyunca insanların tüm ihtiyaçlarının bir araya gelmesiyle oluşan etkileşim, tüm gelişmeler ve sonuçlar ekonomiyi oluştururlar. Ekonominin tanımını veya işleyişini bilmeseler dahi insanlar yaşamlarının her anında bu çarka dahil olmuşlar ve olmaya devam edeceklerdir.

Ekonomi Sosyal Bilim dalının tanımını ve işleyiş biçimini Ekonomi 1 ve Ekonomi 2 adlı makalelerimizde incelemiştik.

Peki bu Ekonomi Sosyal Bilimi nasıl ortaya çıktı ve tarihten günümüze nasıl ve ne tür değişimlere uğradı? Bu makalemizde bu soruyu, geçmişte yaşanmış tüm ekonomik olguların nasıl ve ne sebeple geliştiğini ve bu gelişmelerin ışığında reaksiyon olarak ortaya çıkan ekonomik teorileri incelemek istedik.

Ekonomik düşünce ve ekonomik ilişkiler günümüze kadar birçok evrim geçirmiştir ve bu evrim dört aşama olarak ele alınabilir;

  • 18. yüzyıla kadar süren Bilim öncesi dönem
  • Ekonomi Biliminin doğuş dönemi
  • Temel teorik ilkelerin bulunuşu ve düzenlenmesi dönemi (ilkelere tepkiler)
  • Çağdaş derinleşme ve yayılma dönemi (modern ekonomi)

On binlerce yıl öncesine kadar dayanan tarihsel kalıntılardan elde edilen bulgular ile o dönemde insanların yemek-araç gereç-hayvan takası yapmış olabileceği söylenmektedir. Tarihten bu yana insanlar ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çözüm bulmaya çaba sarfetmişlerdir. İhtiyaç fazlası olan malların takas yoluyla ihtiyaç duyulan mal veya mallar ile el değiştirmesi ekonominin başlangıcını simgelemektedir.

Barter/Takas Ekonomisi

Barter Ekonomi olarak adlandırılan Takas Ekonomisi, günümüze kadar geleneğini sürdürebilen ekonomik akımlardan olmuştur. Sonuçta para karşılığı da olsa bir ürün veya hizmet satın alırken, aldığımız ürün veya hizmet için sahip olduğumuz parayı karşılıklı anlaşılan bir değer ile takas etmiş oluruz.

.

Yalnız o dönemde parasız yapılan takas/trampa ekonomisinin yani malın yine malla takas edildiği bir ekonomide belli başlı zorluklar doğuyordu. Takas edilen malların değerlerinin birebir eşit olması gerekirken o dönemde uygulanan ekonomik yöntemle bu imkansız gözüküyordu. Bu tarz zorluklar insanları yeni düşüncelere itti.

İlk madeni para milattan önce 7. yüzyılda Lidyalılar tarafından basılmıştır. Paranın kıymeti ise altın, gümüş gibi başlıca emtia çeşitleriyle belirlenenen sikkelerin üzerlerine maddi kıymetleri yazılarak belirtilmiştir. Böylece arz-talep dengesine adapte olan sikkeler ekonomi ve ticareti oluşturan başlıca kalemlerin arasında yerini aldı. Yüzyıllar geçtikçe ekonomi bilimini adeta bir yapboz’un küçük parçaları gibi bir araya getiren ve böylece büyük resmin oluşmasını sağlayan fikirler ortaya çıkmaya başladı. M.ö. 8. yüzyılda ünlü edebiyatçı Hesiodos ekonomik faaliyetlerden bahsederken, Yunan filozoflar da adil fiyat, toplum çıkarları gibi başlıklar hakkında fikirlerini açıklamışlardır. M.ö. 11. yüzyılda ise Moğol İmparatoru Kubilay Han askerlerinin maaşlarının kağıt para olarak ödenmesini sağlamıştı. Bu tarz yenilikler ve gelişmeler yapbozun ilk parçalarını bir araya getirerek yeni fikirlerin daha seri ve ayrıntılı olmasına olanak sağladılar.

Merkantilizm Akımının Doğuşu

Ekonomik ihtiyaçlar sebebiyle alternatif düşüncelere yönelen dönemin önemli düşünürleri 16. yüzyılların başında Batı Avrupa’da Merkantilizm akımının ortaya çıkmasını sağladılar. Merkantilizme göre bir ulusun refahı ve zenginliği ulusun sahip olduğu paraya eşdeğerdir ve bir ulus ne kadar paraya, altına ve gümüşe sahipse o kadar zengindir. Ticaret bu yolda en etkin yoldur ve ihracatın arttırılması sağlanarak karşılığında alınan altının ve paranın ulus içinde muhafaza edilmesi gerektiğini savunur. Merkantilizm ekonomik teorisi aynı zamanda ithalatı engellemek gerektiğini de belirtmektedir. Paranın (altının ve gümüşün)  diğer taşınabilir mallardan farklı ve çok daha avantajlı olduğunu savunan merkantilizm, diğer taşınabilir malların tüketilebilir olduğunu ve ulusun savurganlığı veya ihtiyacı sebebiyle bu malların bol miktarda tüketilmesi halinde bir sonraki sene kıtlık çekebileceğine dikkat çeker. Merkantilizm akımını savunanlar tüketilebilir malları servet olarak görmezler ve güvenilir bulmazlardı. Bir diğer yandan paranın elden ele dolaşabileceğini kabul etseler de paranın yurtdışına çıkışının engellendiği takdirde kolay tüketilemeyeceği ve nihayetinde ulusun bünyesinde kalacağını ve kıtlığı engelleyeceğini savunurlardı. Bu fikri göz önünde bulundurarak o dönemde İspanyollar ve Portekizliler altın ihracatını yasaklamışlardır. Hernekadar ulusu koruma adına alınmış bir önlem ise de bu önlem ticarete zarar veriyordu ve tacirler yurtdışından ucuza mal alamıyordu, çünkü malın karşılığında altın vermek yasaktı. Bu yasak tam anlamıyla uygulanabildi mi diye soracak olursanız, hemen cevap verelim ki bu yasak çoğu zaman delinmişti. Ticaret dengesini bozan bu yasak, yurtdışından ithal mal almayı engelleyemediği gibi kaçak yollardan altının yurtdışına daha pahalıya çıkmasına sebep oluyordu. Bu sebeple hem ithalat daha maliyetli olmuştu ve aslında bu yasak ile parayı ve altını muhafaza etmek isteyen ulus hedefinden farketmeden de olsa sapıyordu.  Evet, ulusların barış dönemlerinde altın biriktirmeleri savaş dönemlerinde önemli bir koz olarak gözüküyordu fakat ekonomik sistem bu avantaj üzerine kurulamazdı.

Her ulus kendi teorilerine göre bir servet arayışında olmuştur. İspanyollar coğrafi keşfe çıktıklarında o bölgede altın veya değerli bir maden ararken, Tatarlar ise bölgede fazla sayıda hayvan sığır vs. olup olmadığını incelerler ve bölgeye ona göre kıymet takdirinde bulunurlardı.

.

Bu koruyuculuk akımının pozitif yanlarını bir kenara koyduğumuzda ise bazı sıkıntılarla karşılaşıldığını görmek zor olmayacaktır. İthalatı kısmak veya yasaklamak ulusları dönem dönem sömürgeciliğe doğru yönlendirmiştir. Uluslar kendilerinde bulunmayan kaynakları ithal etme yoluyla sağlarlar. Para ve altının muhafaza edilmesi amacıyla ithalatın yasaklanması ihtiyaç duyulan ve aynı zamanda ulus tarafından sahip olunmayan kaynaklara erişimi engelliyordu. Böylece o dönemde merkantalizm felsefesini sahiplenen bazı uluslar sömürgecilik ile başka ulusları işgal etme girişimlerine başladılar ki bu durum insani ve sosyal sıkıntılara neden olurken bir yandan da daha çok masrafa ve altının yurtdışına yönlenmesine sebep oldu.

Fizyokrasi Akımı

Merkantilizm ekonomik teorisinin en büyük noksanlarından biri ise ulusların ve dolayısıyla halkın en büyük gelir kaynaklarından olan tarımı ihmal etmeleriydi. Bu ihmalleri belli bir zaman sonra Fizyokrasi teorisinin ortaya çıkmasına sebep olacaktı.

Fizyokrasi, yine ekonomi teriminde olduğu gibi Yunanca kökenli bir kelimedir ve kelimenin köklerini incelediğimizde ”Fisis” tabiat/doğa, ”kratia” ise idare etmek anlamına gelmektedir. Doğanın yönetimi ve hakimiyeti olarak söylenebilir.

Kısaca, Fizyokrasi tabiatın önemini vurgulayan bir öğretidir ve elde edilen tüm zenginliğin toprağa yatırılmasının gerekliliğini savunur. Sanayi ve sanayileşme karşısında olumsuz bir tavra sahiptir. Bu akımın ideojisinde ise Tarım üretimi ulus için mühimdi. Çünkü doğanın cömert olduğunu savunan fizyokratlar, tarımın girdilerden çok daha fazla çıktı alınabilen yegane üretim yöntemi olduğunu belirtmişlerdir. Ancak fizyokratların bu ideolojisi kendisine uzun süreliğine yer edinemese de ekonomi teorisinin temeline ve gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.

Fizyokratlar özetle demiştir ki; “insan tabiatın bir parçasıdır, doğanın kanunlarına tabiidir ve servetin kaynağı merkantalizm değil doğa yani topraktır.”

“Laissez faire, laissez passer” yani “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinlersloganını ilk dile getirenler fizyokratlardır. Devletin iş hayatına ve ticari teşebbüslere karışmasını istemezlerdi ve piyasanın kendi kendine dengeyi kuracağına inanıyorlardı. Fakat herhangi bir kriz döneminde veya piyasa için uygun bir altyapı kurulumu konusunda sorumluluğu kimin alacağı konusunda belirli bir fikir belirtildiği konusunda soru işaretleri bulunmaktaydı.

Merkantalizm, Fizyokrasi ve bu tarz akımlarının ardından Klasik Ekonominin en önemli simgelerinden olan İngiliz felsefe profesörü Adam Smith‘in 1776 yılında yayınladığı “Ulusların Zenginliği” adlı kitabı ekonominin bir bilim haline gelmesini sağlayan en önemli eserlerden biri sayılmaktadır. Serbest piyasa fikrini savunan Adam Smith birçok kitap yazsa da, en büyük ilgiyi Ulusların Zenginliği adlı kitabıyla çekmiştir.

Önümüzdeki dönemde “Bölüm 2” adı altında yazacağımız makalemizde Adam Smith ve John Maynard Keynes gibi ekonomi biliminin yapı taşlarını oluşturan önemli ekonomistlerin ve felsefe profesörlerinin felsefelerini ve teorilerini inceleyeceğiz.

Eğer beğendiyseniz, lütfen paylaşınız...

Mehmet Cihat Altay

2 thoughts on “Ekonomi Biliminin Doğuşu ve Gelişimi Hakkında.. (Bölüm 1)

    1. Merhaba,
      Ekonomi bilimini incelediğim makalelerimin sonuncusu olan bu yazının ardından yerel ve küresel ekonomi başlıklarını incelediğim makalelere yöneldim. Böylece Bölüm 2’yi yazmaya fırsat bulamamıştım fakat bu konuda sorular geliyor. Yakın zamanda yazmaya çalışacağım.

      İlginize teşekkürler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir