Covid-19 Sonrası Küresel Ekonomi!
Özellikle 2019 yılında yaşanan olumsuz gelişmeler ve gerilimlerle sendelemeye başlayan küresel ekonomi 2020 yılının ilk haftalarında ortaya çıkan covid-19 pandemisinin etkisiyle tabiri caizse göçük altında kaldı. Bazı ülkeler derhal sıkı önlemler alırken, bazıları ya önlem almakta gecikti ya da hatalı önlem aldıkları hususunda ağır eleştirilere uğradı. Öyle ya da böyle, salgın dünyanın her bir köşesine yayılırken, küresel ekonominin de fişini çekti.
Yılın ilk çeyreğinde yaşananların ardından IMF yayınladığı raporda dünya ekonomisinin 1930’lara damga vuran Büyük Buhran krizinden bu yana en büyük krizi yaşıyor olabileceğini vurguladı. Covid-19 kaynaklı yaşanan küresel krizin yaklaşık 90 yıl önceki bir krizle kıyaslanıyor olması durumun vehametini gözler önüne seriyor.
Her ne kadar hükümetler tedbirleri kademe kademe gevşeterek ve yanında teşvikler sunarak ekonomilerini yeniden açma hamleleri yapsa da toparlanma sürecinin kolay olmayacağı ortada.
Bu dönemde OPEC+ ülkeleri arasında yaşanan petrol fiyatları savaşının bir süreliğine dondurulması, ekonomilerin açılması gibi gelişmeler risk iştahı açısından olumlu gelişmeler olsa da piyasalarda güven havasının oluşması zaman alacak.
Özellikle majör merkez bankalarının da uygulamakta olduğu genişleyici para politikaları da ekonomilerin arzu edilen hızda toparlanması noktasında şimdilik pek de yardımcı olabilmiş değil. Sağlanan yüklü likidite imkanının borsaların hızlı toparlanmasına destek olduğuna şahit olsak da reel ekonomilerin toparlanma sürecine ek destekler gerekecek.
Çin’den Gelen İyileşme Sinyalleri..
Aylardır dünyada manşet olan pandeminin küresel ekonomi üzerindeki negatif etkileri gün be gün azalırken, özellikle koronavirüsün sıfır noktası ve dünyanın tüten bacası Çin’den gelen iyileşme sinyalleri ile demir ve bakır gibi çeşitli emtia fiyatları yükselişe geçti.
Üretim prosesinde gerekli olan birçok ham ve ara maddeyi çok düşük maliyetlerle salgın döneminde bolca stoklayan Çin, ekonomisini aktifleştirdiği son haftalarda üretim maliyetini düşük seviyelere indirgemiş, özellikle ABD ve AB’ye nazaran avantaj sağlamış bulunuyor.

Bir diğer yandan Çin’in ekonomik verileri iyileşme sinyalleri vermeye devam ederken üretim ve hizmet PMI’ları diğer ülkelere nazaran yüksek seviyelere tırmanışını sürdürüyor. Fakat küresel ekonominin ülkeler arasında zamanla oluşturmuş olduğu organik bağ neticesinde ABD, Avrupa ve diğer ülkelerin ekonomileri toparlanmadan ve ithalatlarını arttırmadan dünyanın en büyük ihracatçı ülkesi olan Çin ekonomisinin tam manasıyla momentumunu yakalaması tabi ki mümkün olmayacak.
FED ve Para Politikaları..
Son birkaç ay içerisinde bilanço büyüklüğünü 4 trilyon dolar seviyesinden 7,1 trilyon dolara yükselten FED, politika faizini %0-0,25 aralığına çekti.

ABD hükümeti ve merkez bankasının sağladığı tüm destek paketlerine ve teşviklere rağmen ülkede Mart 21’den bu yana ilk kez işsizlik maaşına başvuranların sayısı 40,7 milyona ulaştı. Şubat ayında %3,5 olan ABD işsizlik oranı yalnızca iki ay içerisinde tarihi rekor seviye olan %14,7’ye çıkarak yaşanan ekonomik trajedinin en bariz kanıtlarından biri olarak kayıtlara geçti.

Trump ve ABD Başkanlık Seçimleri..
ABD Başkanı Trump Kasım 2020’deki Başkanlık seçimlerine yaklaştığı şu günlerde oldukça sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Koronavirüs’e karşı yeterli tedbirleri zamanında almadığı için eleştirilen ABD Başkanı, geçtiğimiz hafta #GeorgeFloyd‘un bir polis tarafından öldürülmesi nedeniyle tüm ülkeyi saran protestolar ile başkanlığı döneminde belki de hiç olmadığı kadar zor bir viraja girmiş gözüküyor.
Gelişmekte Olan Ekonomiler..
Majör merkez bankalarının sağladığı likidite bolluğuna ek olarak tarihi düşük seviyelerdeki faiz politikalarına şahit olduğumuz bu günlerde hükümetler kademeli olarak ekonomilerini tekrar aktif hale getirebilmek için çalışmalarını hızlandırıyorlar.
2020 yılının ilk çeyreğindeki yaşanan salgın kırılgan ekonomilere sahip birçok gelişmekte olan ekonomiyi sarstı ve birçoğunu yılın ikinci çeyreğinde de sarsmaya devam edecek. Özellikle yılın ikinci yarısıyla beraber piyasalara pompalanmayı bekleyen likidite bolluğunun artacak olan risk iştahıyla Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilere akması muhtemel olacaktır ki bu ülke ekonomimiz için büyük bir potansiyel olarak karşımızda duruyor. Tabi bu süreçte Türkiye’nin uygulayacağı iç politikalar ve uluslararası arenadaki ilişkileri sıcak paranın ülkeye girişi noktasında hayati önem taşıyacak.
Yılın ikinci çeyreğinden itibaren sıcak para bir şekilde dünyaya yayılacak fakat bu defa hangi ülkelere yöneleceği noktasında ekstra seçici olacaktır. Maliyetsiz (yatırımcı çekerek) ya da düşük maliyetli likiditeye (serbest piyasa ekonomisi & güvenilirlik sağlamak ile) ulaşma ihtimali gelişmekte olan ülkelerin uyguladıkları iç ve dış politikalarına yakından bağlı olacak.